6 Şubat 2014 Perşembe

İstiklal Marşı



           

            İstiklal Marşı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin milli marşıdır.

            Milli mücadele döneminde işgal altında olan topraklarımızı geri almak için, Türk ordusu ve Türk halkının yeniden doğması, içinde bulunduğu durumdan silkelenmesi gerekliliği adına, Türk halkına cesaret vermek için, 1921 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, para ödüllü bir şiir yarışması düzenleme kararı almıştır. Bu şiir yarışmasına toplam 724 tane şiir gönderilmiştir. Mehmet Akif Ersoy ise yarışmaya para ödülü konduğu için katılmak istememiştir. Fakat bu durumu bilen dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif Ersoy'a ısrar ederek katılmasını istemiştir. Mehmet Akif Ersoy'un ise katılması için sunduğu tek şart, para ödülünün kaldırılmasıdır. Böylelikle Mehmet Akif Ersoy, "Kahraman Ordumuza" ithafı taşıyan şiiriyle yarışmaya katılmış ve 12 Mart 1921 yılında resmi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından İstiklal Marşı kabul görmüştür. 


Besteleniş Hikayesi

 ***1 Güfte 12 Beste Belgeseli***

           

            Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi. Bu da memleketin o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır. Yarışmaya katılan bestecilerden bazıları şunlardır:

            Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H. Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör.

            Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir. Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır.

            O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır. İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi. Ankara’da da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı. Bunlar da İstanbul tarafında birçok mekteplerde öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi.
 

            Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif vekâletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir. 


                                         

            Bu marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir. 

            Ekim 2013 itibariyle Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün talimatıyla  Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Rengim Gökmen yönetiminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından İstiklal Marşı’nın yeni kaydı yapılmıştır. 170 sanatçıyla yapılan kayıtta, enstrüman sayısı arttırılmış ve son teknoloji ses sistemleri kullanılmıştır.




            Zeki Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikâyesini şöyle anlatmıştır:

            "İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimi idim. Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık. Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi.

Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyordum. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi. Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyano başına geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum.

            İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum. Bu şekilde iki, üç mezür yaptım. Arkadaşlarım: "Aman dediler, bu çok güzel bir şey olacak." Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum.

            Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar, gittim. Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ve Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir heyet yolladım. Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim. Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle bestelendi.”

            Bestekârın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır. Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan yapılan tenkitlerin başında gelmektedir. Bestekâr yukarıdaki beyanatının bir yerinde her ne kadar, "Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim" diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana çıkarmaktadır. Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekârın kusuru başta gelmektedir. Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır:

            “Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı. Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez.

            Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; "Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim. O anda aklıma bir şey geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim. Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?”



           
            İstiklal Marşının bestesi uzun süre hazırlanamamıştı. Bu sorunu gidermek gerekiyordu. Bunun üzerine bir emirle Riyaset-i Cumhur Orkestrası şefi Osman Zeki Üngör’ün batılı tarzdaki bestesinin "milli marş olarak kabul edildiği" memleketin dört bir yanında duyurulur.

            O yıllarda TBMM'de Bursa Milletvekili olarak görev yapan askeri tabip Osman Şevki (Uludağ) Bey'e göre "Osman Zeki Bey'in bestesi Karmen Silva adlı bir sokak şarkısından esinlenerek yapılmış, özgün olmayan bir eser olup ilk şekli Padişah Vahdettin’e takdim edilmiştir. Marşın orkestraya uyarlamasını da Ermeni Edgar Manas Efendi yapmıştır! "

            İşte çalındığı iddia edilen J. Ivanovici’ nin Carmen Sylva’ sı…




            Marşın çalıntı olduğu iddiaları, prozodi hataları ve hızındaki sorun nedeniyle daha sonraları değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetkisiz türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır. Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini yapmak imkânsız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır.





             Şef Saim Akçıl yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin 85. yıldönümü dolayısıyla düzenlediği “Cumhuriyet Konseri”, 1921 yılında İstiklal Marşımız için düzenlenen beste yarışmasına katılan eserleri tekrar yıllar sonra izleyici ile buluşturmak amacını taşıyordu. Yarışmaya katılmış olan bestelerin sayıları bilinmemekte idi. Tekfen Vakfı katkısı ile Mehmet Altun ve arkadaşları tarafından çalışılan araştırmalar sonucunda bu bestelerden 11’inin notaları bulunmuştu. Bu eserler aynı tarihlerde Kâzım Karabekir Paşa tarafından yazılmış bir beste ile birlikte, Cumhuriyetimizin 85. yılını kutlamak üzere Tekfen Filarmoni Orkestrası tarafından ilk kez seslendirilmiş oldu.

            İşte o bestelerden bazıları:
 Ahmet Yekta Madran Bestesi



Kazım Karabekir Bestesi



Halid Lemi Atlı Bestesi



Mustafa Sunar Bestesi




***Törenlerde Kullanmak Üzere Örnek Kayıtlar***

Do diyez Minör 
(Sözsüz)




Devlet Çoksesli Korosu - Mi Minör
(Sözlü)





Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Mi Minör
(Sözsüz)



Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Sol Minör
(Sözsüz)




Yakup Kıvrak Düzenlemesiyle Re Minör 
(Sözsüz)



1 dakikalık Ti Sesi



2 dakikalık Ti Sesi







''Ti Sesi'' Üzerine...

         ''Ti Sesi'nin kökenini merak ettiniz mi bilemem. Ben merak ettim. Merakımı, bir önceki Amerika Birleşik Devletleri(ABD) Başkanı Buş'un Türkiye'ye geldiği zaman söylediği söz artırdı. Buş, İstiklal Marşı'ndan önceki saygı duruşunda Ti Sesi'ni duyunca çok memnun olmuş, kültürümüz buraya kadar gelmiş demiş.
           Konuyu biraz araştırdım. Anılan Ti Sesi'nin önce, 1953 yılı ABD yapımı "From Here To Eternity" adlı ve Türkçe'ye "İnsanlar Yaşadıkça" olarak çevrilen filimdeki müzik parçalarından biri olan "Military Taps" olduğunu öğrendim. Müziğin bestekarı ise Daniel Butterfield idi.



              İlk başlangıçta, Ti Sesi'nin "İnsanlar Yaşadıkça" filminden alındığı sanılabilir. Ancak, araştırmayı biraz derinleştirdikçe, müziğin bestekarı Daniel Butterfield (1831-1901)'in Amerikan İç Savaşı'nda generalliğe kadar yükselmiş bir iş adamı olduğu ortaya çıkıyor. Bu müziğin de, iç savaş sırasında savaşın yıkımlarına karşı yakılmış bir ağıt olduğu söylenebilir.''


                                                                                                      Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
                                                                                                                     Odatv.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder