Bu Blogda Ara

28 Ocak 2014 Salı

Çalgılar ve Özellikleri



*VİOLA DA GAMBA
(Viol)

         Viola da gamba, diğer adıyla viol, perdeli bir yaylı çalgıdır. Günümüz keman ailesinin öncülerindendir. Görünüm olarak viyolonseli andırır. İlk zamanlarda gitar gibi yatay kullanılmışsa da, viyolonsel gibi bacakların arasında dikey tutularak çalınır. Kelime anlamı olarak “bacak violü” anlamına gelen “viola da gamba” ya da “viol”ün, aynı keman ilesi gibi farklı boyut ve ses kalınlıklarında türleri vardır.

         Konveks (dışa eğimli) olan yayı, avuç içi yukarıya doğru tutularak çalınır. İlk kez 15.yy sonlarında Avrupa`da ortaya çıkmış ve en popüler Barok ve Rönesans çalgılarından biri olmuştur. Tarihte pek çok farklı ölçülerde ve şekillerde yapılmışsa da klasik formunu 16.yy`da bulmuştur. Keman ailesinden farklı olarak, arka tablası neredeyse tamamen düzdür ve nispeten geniş bir sapı vardır.



         Yumuşak, derinden, gizemli, ancak düşük volümlü tınısı diğer viol ailesi enstrümanlarıyla uyum sağlasa da, çalgı, daha güçlü bir sese sahip ve teknik olanakları daha gelişmiş olan, konser salonlarında ve yapıtlarda solo çalgı olarak tercih edilen keman formunun ortaya çıkışı ve hızla yayılarak popülerleşmesi sonucu, barok dönemin bitişiyle, neredeyse unutulmaya yüz tutmuştur. Senfonik orkestralarda ve bestecilerin eserlerinde de tercih edilmemesi sonucu repertuarı kısıtlı hale geldiyse de günümüzde çağdaş besteciler tarafından oda müziği ve solo yapıtlarda kullanılmaya başlanmıştır.

http://www.youtube.com/watch?v=5Frq7rjEGzs







*FİFE


          ''Alm: Pleife
            Fr: Fifre
            İng., Fife
            İta: Piffero

            Uzunluğu : 34 cm.

             Flüte benzeyen, üflemeli bir çalgıdır. 6 ses deliği olup, ses açkıları yoktur. Çıkışı İsviçre' dir. On dokuzuncu yüzyılda, İngiltere ve Fransa ordularında kullanılmıştır. Bugün Batı' da, çocuk ve halk çalgısı olarak kullanılmaktadır.''


http://www.youtube.com/watch?v=o1WPnnvs00I






*KOTO



            Koto, Japonya'ya özgü telli bir çalgıdır. Bu müzik aleti, aslen Çin kültürüne aittir. Ancak günümüzde, çalgı tümüyle Japonya'da ilgi görmekte ve bu ülkeyle özdeşleşmiş bulunmaktadır.

            Koto, çoğu kaynağa göre, Japonya'ya 7. yüzyılın sonlarına doğru Çinliler tarafından tanıtılmıştır. Her ne kadar çalgı 17. yüzyıla kadar kraliyet ailesi ve saray çevresi çalgısı olarak bilinse de bu yüzyıldan sonra, belli kişiler bu çalgıyı kullanarak sanat icra etmeye başlamışlardır.






*BANDURA


            Ukrayna halk çalgısıdır.

            Büyük lavtaya benzeyen, oval bir forma sahip, bir kısmı gövdesinde bir kısmı da kısa sap ucunda sona eren 40 ' a yakın teli bulunan ( çift telli ) ve XX. yüzyılda tekrardan folklor dışı müzikte de kullanılmaya başlanan çalgıdır. Bandura çalan müzisyenlere Bandurist adı verilir.






*ŞAMİSEN


            Şamisen ya da samisen, baçi adı verilen bir mızrap ile çalınan üç telli bir Japon çalgısıdır. 16. yüzyılda güney Japonya'da doğmuştur. Şamisenler çeşitli biçimlerde üretilirler ve Kabuki ve Bunraku gibi teatral türlerde söylenen Naguata adlı şarkılara eşlik etmekte sık sık başvurulur. Geleneksel olarak şamisen erkeler tarafından da, kadınlar tarafından da çalınabilir.

            Şamisenler, içinde kullanıldıklar müzik türüne göre boyut ve biçimde büyük değişkenlik gösterebilir. Örneğin futozao (uzun sap) denen tür yeni bir tasarımdır ve bilinçli olarak geleneksel şamisenlerden daha büyük yapılırlar. Gövdeleri daha iridir, sapları da daha uzun ve daha kalındır.

            Genellikle ince saplı hosozao türü, uzun şarkı anlamına gelen nagautalar ile kullanılır. Bunun kısa ve ince sapı Kabuki'nin ustalık ve kıvraklık gerektiren hareketlerinde işe yarar. Hosozao türü kısa şarkı anlamına gelen koutolara eşlik ederken, parmak kullanılarak çalınır.

            Şamiseni çalmada kullanılan baçi denen mızraplar da şekil bakımından farklılık gösterebilir. Naguatalar için kullanılan baçiler daha üçgen bir biçimde ve sivri uçlara sahipken, gidayu şamisenleri daha ince bir yapıda ve daha keskin uçlu bir üçgen yapıdadır. Çalgının koma adı verilen köprü bölümü de türden türe farklılık gösterir.

            Japon müziğindeki geleneksel türlerde kullanılan şamisenler katı ölçütlere bağlıdır. Şamisen üstatları iyi bir şamisenin yapılmasında doğru tahtanın, doğru derinin ve çalımında kullanmak üzere doğru baçinin seçilmesinin büyük etkisi olduğunu söylerler.


https://www.youtube.com/watch?v=tiDfAisNLpQ





*KANTELE


            Kantele Finlilere ait telli bir çalgı aletidir. En eski türlerinin 5 ila 15 telli olduğu enstrüman, günümüzde 39 tellidir. Fin kantelesi, Do Major gamına göre akort edilir. Diz üstünde veya küçük bir sehpa üzerinde çalınır.

            Finlilerin ulusal epik destanı Kalevala'ya göre, büyücü Väinämöinen, ilk kantelenin gövdesini bir tuna balığının kemiğinden, tellerini de efsanevi bir at olan Hiisi'nin yelesinden yapmıştır.

            Baltık Ülkeleri'nde ve Rusya'nın bazı bölgelerinde kantele benzeri başka çalgı aletleri de vardır: Letonya'da kokle, Litvanya'da kankles, Estonya'da kannel, Rusya'da gusli.

            Ayrıca kantele kanunla benzer bir karakteristiğe sahiptir.





*CİTTERN


            Bazı kaynaklarda cither, cithern, cythern biçiminde yazıldığı da görülür. 16. ve 17. yüzyılın en yayın çalgısıdır. Dikey olarak kesilmiş armudu andıran ahşap gövdeli, sırtı düz, geniş saplı ve mızrapla çalınan bir çalgı olduğu biliniyor. Sert metalden yapılmış dokuz teli vardır. Daha çok amatör müzisyenler tarafından kullanılan enstrümanın zamanla yerini önce lavta ve daha sonra gitar almıştır.




*CHARANGO

            Güney Amerika’ya özgü telli bir çalgıdır. Rezonans gövdesi, aslen bir armadillonun kurutulmuş kabuğu kullanılarak yapılırken, günümüzde ağırlıklı olarak ahşaptan, ender olarak da kaplumbağa kabuğundan imal edilir. Dış görünümü gitar veya uda benzer, buna karşın büyüklüğü çok değişken olmakla birlikte genelde küçüktür. Küçükleri (Charanguito) Ukulele ile karşılaştırılabilir.

https://www.youtube.com/watch?v=0-yCgpckMSs&list=RD8yEJuqbOSwU


*TABLA


            Sufi Aziz Ameer Khusrau’nun eski bir perküsyon enstrümanı olan PPAKHAWAJ’ı ikiye bölerek bu enstrümanı geliştirdiğine inanılır. Tabla iki davuldan oluşmaktadır, parmak uçları ile ve avuçları açık tutarak çalınır. Ses ve enstrümanda tüm hassas ritmik desenleri tekrar yaratabilir. Tabla ve pakhwaj Kalp Çakra’nın, Anahata’nın enstrümanlarıdır. Üstad Zakir Hussain bugün dünya çapnda tanınmaktadır. En yüksek seviyeden bir klasik tabla virtüozü olan Hussain, sanatıyla Hindistan’da ulusal bir hazine olarak yerini almıştır. Hindistan’ın en büyük klasik müzisyen ve dansçıları arasında olan Ali Akbar Khan, Ravi Shankar, Briju Maharaj ve Shivkumar Sharma’ya eşlik etmiştir.

 https://www.youtube.com/watch?v=xt7YdQdJmF4

 

 

*SARANGİ


            Vokaliste eşlik etmek için en uygun enstrümandır. Çünkü bu enstrüman insan sesinin en yakınına ulaşır. Sesin her bir tekniğini canlandırabilir. Bu sebeple vokalistler bu enstrümanı her zaman konserlerine dahil ederler. Feodal çağda bu enstrüman şarkı söyleyen hayat kadınlarının eşlikte kullandığı bir enstürman olarak görülürdü. Bu sebeple olanaklarının kıymeti anlaşılamadı. Saranginin üzgün ses tonu özelliği yüzünden melankolik bir enstrüman olarak damgalanması da müzisyenler arasında çok popüler olmamasına bir diğer neden oluştururdu. Sarangi çalgıcıları onu bugünkü saygın konumunu getirebilmek için çok mücadele vermek zorunda kalmışlardır. Bağımsızlık sonrası dönemde yıllar boyunca dahi Sarangi solo konserler için saygıdeğer görülmedi. Saranginin solo konserleri şimdi popülarite kazanmaktadır.



*PAKHWAJ


            Pakhwaj, Mridang olarak da bilinen antik bir enstrümandır. Dhrupad şarkıcılarına eşlik ettiği ortaçağ döneminde çok popülerdi. Bu günkü isminin Moğol döneminde kullanılan bir çeşit davul olan Awaj'dan türediği düşünülüyor.

            Pakhwaj da silindir yapıda olan ama elde hafifçe uzayan, içi boş tahta kütükten yapılır. İki tarafındaki açıklıklar deri ile kaplanır. Dairelerin çevresi farklıdır. Sağ taraftaki delik hafiçe daha küçüktür. Deri, Pakhwaja uzunlamasına giden deri kayışlarla bağlıdır. Silindir tahta kütükler Pakhwajın duvarının ve sesi ayarlamak için olan kuşakların arasına sokuludur. Yoğrularak hamur haline getirilmiş buğday unu, perdeyi alçaltmak ve daha derin bir ses vermek için sol tarafa sürülür. Bu buğday unu sıvası kullanıldıktan sonra temizlenir. Her seferinde taze yeni yoğrulmuş hamur eklenir. 


https://www.youtube.com/watch?v=uX8xZzkVSfk 

 https://www.youtube.com/watch?v=VnR294iOogg



*SAROD

            Agnya çakranın enstrümanı olan Sarod Klasik Hint müziği enstrümanıdır. Yapı olarak Batı lut’una benzer. Hindistan klasik müzik ustaları arasındaki yeri ve popülerliği açısından sitardan sonra gelen ikinci alettir.

 https://www.youtube.com/watch?v=5iIiukDYg4w


*BANSURI 


            Bansuri, Hindistan’a ait enine alto flüttür. Altı ya da yedi açık parmak deliğinden oluşan tek bambu sapından yapılmıştır. Çobanlar ve kırsal gelenekle bağlantılı olan eski bir enstrüman olan bansuri Krishna ve Radha’nın aşk hikayesi ile yakından ilişkilidir. 


            Kuzey Hindistan bansurisi genelde 14 inch uzunluğundadır. Geleneksel olarak film müziği de dahil olmak üzere daha hafif kompozisyonlara eşlik etmek için kullanılmış olan enstrümanıdır.


 https://www.youtube.com/watch?v=F3lyYz19mEU

 

 

*SHENNAI


            Shehnai, kutsallık ve iyi talih getirdiğine inanan üflemeli bir çalgıdır. Neticesinde Kuzey Hindistan’da evlilikler ve törenlerde yaygın biçimde kullanılır. Saf bir Muladhara Çakra’nın kalitelerini ortaya çıkartır. Shehnai, punginin geliştirilmesi ile yaratıldı.
            Kaynağı ile ilgili iki yaygın efsane vardır. İlkinde bir Şah sarayında punginin çalınmasını yasaklamıştı. Sebebi tiz sesiydi. Müzisyen bir aileden gelen bir berber onu geliştirdi ve shehnai doğdu. Şah’ın sarayında çalınmasına ve berber ya da “nai” ye atıfta bulunarak ona shehnai dendi.Diğer bir rivayete göre ismini kral anlamına gelen Farsça Şah ve flüt anlamına gelen nai kelimelerinden alır. Yani, “kralın flütü.

https://www.youtube.com/watch?v=tHnLoLiFWaQ





*VEENA


            Veena, Karnatik müzikte kullanılan telli bir çalgıdır. Veena’nin pek çok türü vardır. Güney Hindistan formu ile lut ailesinin bir üyesidir. Veena’nin dizaynı yıllar içinde gelişmiştir. Büyük ihtimalle Orta Çağ Hint resimleri ve mabetlerinde görünen halinden yola çıkmıştır.
            Hint mitolojisinde öğrenme ve sanat figürü olan Saraswati çoğu zaman bir kuğu ya da tavus kuşunun üstüne oturmuş ve veena çalarken resmedilir. Saraswati’nin şunu söylediği hatırlanır: “Beni su yüzünde tutan Veenam olmasaydı müziğin okyanusunda gezinirken boğulurdum.” Dolayısıyla veena Swadisthan çakra ile bağdaştırılan enstrümandır. Çok eski zamanlardan beri mitolojik figür Shiva’nın Evreni yarattığında bu enstrümanı çaldığı söylenegelir. Anlatıldığına göre Shiva ve Parvati bu enstrümanın müziğiyle dans ederlerdi.




https://www.youtube.com/watch?v=yXRqO9aq9EU



       

*TANPURA

            “Bütün enstrümanların annesi” olarak tanınan tanpura çoğu Klasik Hint müziği şarkılarına eşlik eder. Arka fonda çoğu zaman duyduğunuz “derin sesi” sağlar. Pek çok boyu vardır. Genelde 4 ya da 5 tellidir ve bunlar şarkılara göre farklı notalara akort edilebilirler. Düzgün çalındığında tanpuranın notaları birleşip tek bir ses gibi çıkar. Tanpura, sesi tam ayarında tutar. Yankılanan güçlü derin sesi gösterinin girişi için gerekli ortamı hazırlamaya yardım eder. Hem enstrüman hem de çalınışı çok basit görünse de tanpurayı akort etmek ve çalmak çok fazla deneyim ve çok iyi bir kulak gerektirir.

            Tanpura olgun tahtadan ve oyulmuş balkabağından yapılır. Enstrümanın boyu 1 ile 1,5 metre arasında değişir. Bugünlerde küçük Tanpuralar da müzisyenler arasında oldukça revaçtadır. Teller fildişi, kemik ya da tahtadan yapılmış olan köprünün üzerinde yer alır.


            Erkek ve kadın şarkıcılar tarafından farklı boyutta Tanpuralar kullanılır. Erkek şarkıcılar erkek sesine uyan derin ses üreten daha kalın telli büyük boy Tanpuraları kullanırlar. Kadınlar tarafından kullanılan Tanpuralar ise küçük yapıda ve kadın sesinin yüksek oktavına uygun imal edilirler.


*LATERNA



            Laterna, bir müzik aleti değil, aslında bir müzik çalardır.

            İlk olarak 1808’de İngiltere’nin Bristol şehrinde bir piyano yapımcısı tarafından imal edilmiş. Piyano tuşlarının yerine silindir; bu silindir üzerine de yedi bin adet çivi belli bir düzende yerleştirilmiş. Yedi bin çivi, 9 parçalık bir repertuarı oluşturuyormuş. İngiltere’den sonra Belçika, Fransa, İtalya ve Amerika’nın doğu eyaletlerinde kullanılmaya başlanmış.

            Osmanlı topraklarınaysa 19. yüzyılın ortalarında, levanten Guisseppe Turconi tarafından girmiş. Turconi tarafından İstanbul’a getirilen laterna özellikle İstanbul, İzmir, Selanik’te yaygınlaşmış. Laternanın İstanbul’da yaygınlaşması Turconi, Carmelo ve Armao adlı ‘stambadoros’lar yani laternanın silindirine melodileri çivileyen ustalar sayesinde olmuş. Bu ustalar, ürettikleri laternalara Osmanlı İmparatorluğu’nun çok kültürlü müzikal yapısını repertuar olarak işlemişler. Tango, vals gibi Batı ezgilerinin yanı sıra hasapiko, sirto, zeybekiko gibi Rum ezgileri de laterna sayesinde İstanbul’la özdeşleşmiş.

            O yıllarda laterna çoğunlukla iki kişilik bir ekip tarafından çalınırmış. Usta laternayı çevirirken yardımcısı bez kurdelelerle süslü tefini elinin tersiyle vurup çalar, laternadan yükselen ezgiye uygun adımlarla salınarak dinleyenleri raksa davet edermiş. Bazı durumlarda hazırda tutulan yedek silindir laternaya takılır, böylelikle 18 parçalık bir repertuar eşliğinde saatlerce dans edilebilirmiş. Laterna, Türkçe ve Rumca şarkılardan oluşan repertuarıyla bir dönem İstanbul halkına unutulmaz anlar yaşatmış. 

            Laterna her ne kadar Avrupa’da doğmuş olsa da, altın çağını 1850-1920 yıllarında topraklarımızda yaşamış. İstanbul’da dönemin meyhanelerinde, Rumların aile içi eğlencelerinin de vazgeçilmezi olmuş. 20. yüzyıl ortalarına kadar İstanbul-Atina-Selanik üçgeninde yaklaşık beş bin laterna üretilmiş. 40 günlük Paskalya orucunun başlamasından önceki son pazartesi Tatavla meydanında yapılan ve eski maskeli karnaval izlerini taşıyan ‘Apokria’ şenliklerinde laternalar başrolü oynarmış. Bu zenginlik, geleneksel Rum müziğine, literatürde ‘Tatavla şarkıları’ olarak anılan bir repertuarla yansımış.

            1922’de nüfus mübadelesiyle birlikte Rumların zorunlu göçünün ardından laterna Yunanistan’ın önemli şehirlerinde özellikle Atina ve Selanik’te yaygınlaşmaya başlamış. Ancak Yunanistan’ın o dönemki sosyopolitik koşulları, mübadeleyle aldığı yoğun göçler ve iç savaşlar içinde laterna eski ihtişamını yitirmiş, ‘sokağa düşmüş’. Bu yıllar laternanın dilenciliğe çıktığı, son dönemler olarak adlandırılmış. 1936’da başlayan Metaksas cuntası döneminde Rebetiko şarkıları sansürlenmiş ve bu müziği temsil eden buzuki yasaklanmış. Repertuarına rembetiko ezgilerini eklemiş olan laterna da, bir dönem bu yasaktan nasibini almış. İstanbul’da ise gramofon ve radyonun yaygınlaşmasıyla laterna altın çağını kapatmış. 1955’te, 6-7 Eylül olaylarının patlak vermesinin ardından şehrin Rum nüfusu hızla azalınca laterna sahneden tamamen çekilmiş. İstanbul’dan Yunanistan’a göçerken atölyesini Atina’ya taşıyan ve stambadoros’lar zincirinin son halkası olan Nikos Armaos da 1979’da vefat edince laterna unutulmuş...



*HURDY GURDY



            Fransa'da "vielle" adıyla bilinen, çok eski bir müzik aletidir. 

            Hurdy Gurdy, armut biçimli telli çalgıdır. Çalgının ucundaki bir kolla döndürülen tahtadan bir çarkın tellere sürtünmesiyle ses elde edilir. Bu çark çalgının içine dikine bir konumda yerleştirilmiştir ve göğüs tahtasındaki yarıktan küçük bir bölümü dışarı çıkarak tellere alttan değer. Hurdy Gurdy’de bir ya da iki melodi teli vardır; notalar sol elin parmaklarıyla basılan kısa ağaç tuşların bu telleri kısmıyla elde edilir. Sayıları dört kadar olabilen serbest tellere ise burdon teli adı verilir; bu teller burdon sesleri çıkarır.
            Hurdy Gurdy adı ilk kez 10. yüzyılda organistrum olarak geçer. O zamanlar, biri tuşlara basan, öbürü ise çarkı döndüren iki kişinin çaldığı bir kilise çalgısıydı. Dindışı müzikte kullanılan ve symphonia adı verilen tek kişilik biçimleri 13. yüzyılda ortaya çıktı. 14. Louis’in hükümdarlığı sırasında vielle à roune (çarklı çalgı) adıyla moda oldu. 20. yüzyılda ise Fransa’da ve Avrupa’nın doğusunda halk ve sokak müzikçileri tarafından kullanıldı.
            Haydn, çalgıya bağlı birkaç org borusu bulunan bir tür Hurdy Gurdy olan lira organizatta için konçerto ve noktürnler bestelemişti. İngiltere’de Hurdy Gurdy sözcüğü bazen yanlış olarak kurmalı org ya da sokak piyanosu gibi elle çalıştırılan daha başka sokak çalgıları içinde kullanılır.









*NYCKELHARPA

            Keyed Fiddle olarak da anılan, İsveç'e ait yaylı bir halk çalgısıdır. Hurdy Gurdy ye benzer, tuşlu bir çalgıdır ancak yayla çalınır.


https://www.youtube.com/watch?v=7sfBcWvVUbs





*HANG DRUM

            ‘’Hang, ilk kez 2000 yılında İsviçre'de üretilen bir müzik aletidir.

            "Hipnotik bir çalgı" olarak nitelendirilen Hang, Bern dilinde ve Macarca'da "el" anlamına gelmektedir. Hang'i iki İsviçre vatandaşı, Sabina Schärer ile Felix Rohner, dünyanın farklı bölgelerinde gerçekleştirdikleri uzun araştırma ve incelemeler sonucunda bir perküsyon enstrümanı olarak üretmişlerdir.

            Tamamen çelikten üretilen Hang, kucağa yerleştirilip, el ve parmaklar kullanılarak çalınır. İdiofon'lar grubuna giren enstrümanın, arp, gong ya da armonik tınıları andıran bir sesi vardır. Yüzeyinde bulunan küçük çukurlara vurularak titreşim yoluyla farklı sesler ve notalar elde edilir.

            Yaratıcıları, 2001 ile 2005 yılları arasında 45 kadar farklı model geliştirmişlerse de çalma konusunda henüz oturmuş bir kural ya da yönteme sahip olmayan Hang için, Endonezya ve Güney Hindistan'a uzanan bir araştırma yapılmış. Enstrüman, yılda sadece 400 adet kadar üretilip, iki yıl sonrasına verilen teslim tarihiyle satılmaktadır.’’




*THEREMİN

            ''Teremin, çalarken temas gerekmeyen ilk elektronik müzik aletidir. İsmini mucidi olan Rus Profesör Leon Theremin den alır, 1928’ de mucidi tarafından patenti de alınmıştır. Orijinal adı Termenvox veya Aetherphone dur, daha sonra İngilizceleşerek zamanla Theremin adını almıştır. Kontrolü iki metal anten arasında sağlanır, bu antenler aleti çalan kişinin ellerinin pozisyonunu algılarlar. Bir el ile titreşim dalgaları gönderilir diğer el ile de sesin şiddeti ayarlanır. Teremin ürkütücü sesler ile birleşik bir alettir. Elektrik sinyalleri Teremin üzerinde büyütülür ve bağlı olan hoparlörlere gönderilir.''





*GLASS HARMONİCA

            18.yy da Benjamin Franklin tarafından bulunan "glass armonica", enstrümandan çıkan sesler yüzünden müzisyenler ve dinleyicilerin delirdiği gözlendiği için tamamen yasaklamıştır(ya da korku yüzünden insanlar çalmayı bırakmıştır). Armonica'dan çıkan sesin, insan beyni ve kulaklarıyla bilinmeyen bir etkileşimi olduğu varsayılıyor. Çünkü çıkan ses, 1000 ve 4000 hertz aralığında. 4000 hertz altında sesleri insan beyni, sağ ve sol kulak arasındaki tam nirengi noktası bulamadığı "katman/safha farklılığına"(phase differences) yol açıyormuş. Yani sesin nerden geldiğini anlayamayan beyin ambale oluyor, bu da duyma problemlerine yol açıyor. Bazı insanlarda deliliğe, depresyona ve birbirleri arasında iletişimde kavgaya kadar götürdüğü söyleniyor.






*KORA


            Kora, yarım kesilmiş su kabağı ile üstüne inek derisi gerilmiş olan çok telli bir Batı Afrika çalgısıdır.

            Sahip olduğu 21 tel, gövdeden dışarı uzanan çubuğun bir tarafında on bir, diğer tarafında da on tane bulunmak üzere ayarlanmıştır. Çalgı çalınırken gövdenin iç kısmı müzisyene dönüktür. Korayı çalmak için her iki elin de başparmak ve işaret parmakları kullanılır. Yaygın olarak Gambia, Mali, Senegal ve Gine'de çalınır. Griotların çalgısıdır.

( Griotlar, kabilelerin sözlü tarihini ve geleneklerini kuşaktan kuşağa aktaran kişilerdir. Krallara ve kabile şeflerine danışmanlık ederler, törenleri idare ederler, kişiler ve aileler arasındaki sorunlarda hakemlik ederler. Bu kişiler ayrıca sanatçı, müzisyen, şarkıcı, dansçı ve masalcıdırlar. En yaygın Senegal, Mali, Gambiya ve Gine'de bulunmaktadır. Afrika'nın sözlü geleneklerle kültür mirasını halen ayakta tutan halk ozanları griotlar, kahramanlık hikâyelerini, şiirler ve öyküler yoluyla anlatırlar.)





*ERHU

            Erhu, Çin’in tanınmış yaylı müzik aletidir. Kökeni 7.-10. yüzyıllar arasında hüküm süren Tang hanedanına uzanan Erhu, o zamanlar esas olarak Çin’in kuzeybatısındaki azınlık milliyetler arasında yaygındı. Bin yıldan fazla süre içinde Erhu, operalar için önemli bir çalgı haline geldi.

            Erhu’nun yapısı çok basittir. Yaklaşık 80 santim uzunluğundaki sap, iki tel, çay bardağı şeklindeki gövde ve at kıllarından yapılan yaydan oluşur. Çalgıcı, sol elinde Erhu, sağ elinde kavisi tutar. Erhu’nun ses ölçüsü, üç oktava ulaşır. Erhu, bazı kişiler tarafından “Çin kemanı” olarak da tanımlanır. Erhu’nun sesi, hüzünlüdür. Bu nedenle daha çok hüzün verici, duygulu ezgiler çalınır.

            1949 yılından sonra Erhu’nun, yapım ve çalma yöntemi konularında büyük gelişmeler sağlandı. Solo olarak da gösteri yapılabilen Erhu, opera ve geleneksel tiyatrolarda çalınır. Çin’in milli orkestrasında Erhu, keman gibi rol oynar.

            Yapımı kolay, fiyatı düşük ve sesi güzel olan Erhu, Çinliler tarafından çok beğenilmektedir. Bundan dolayı, Erhu, Çin halkı arasında çok yaygın olarak kullanılan bir müzik aletidir.




*SANTUR

            Santur, İran ve Hindistan kökenli bir çalgıdır.

            Yamuk şeklinde genellikle ceviz ve benzeri egzotik ağaçlardan yapılan bir kutu şeklinde olan klasik bir santur, 72 ila 160 telden oluşur. Bu teller üzerine, yine ahşaptan yapılan küçük çekiçlerle (baget) vurma yoluyla çalınmaktadır. Bu şekil hem telli çalgı hem de vurmalı çalgı niteliği taşıyan müzik aletlerine KORDOFON adı da verilmektedir.

            Bir Kitara türü olan enstrüman, biçimsel olarak kanuna benzer.

            Yaklaşık 3500 yıllık bir geçmişi olan santur, kimilerine göre Tevrat’ta bahsedilen “Psanterin” sözünden gelmedir. İbranilerde, Mısır, Avrupa ve İran'da küçük değişimler göstererek kullanılmış.

            Türkiye'de ise 19 ve 20. yüzyıl başlarında kullanılan santur, Santurî Ethem Bey (Ethem Efendi, 1855-1926) ve Ziya Santur ( 1862-1952) tarafından icra edilmiştir.

            Amerika'da (Hammered Dulcimer), Çin’de (Yangtjin),İsviçre, Almanya ve Avusturya’da (Hackbrett), Fransa’da (Tympanon), Macaristan’da (Cimbalom), İrlanda’da (Tiompan), Yunanistan’da (Santuri), Türkiye ve İran’da (Santur), Romanya’da (Timbal) ve Hindistan’da (Santoor) gibi farklı adlar altında ve değişik formlarda (iki telli, dört telli, 12 perde, 19 perde vb.) kullanılmış ve kullanılmaktadır.

            Santur hakkında söylenegelen bir efsaneye göre, İran'da "kadın sesine benzediği" gerekçesiyle Şah tarafından 500 yıl boyunca yasaklanan çalgının kesintisiz kullanımı, 1800 yıl önce İran çıkışlı olsa da, 3500 yıl öncesi Mezopotamya'ya dayanmaktadır.

            Günümüzde Türkiye'de yaygın kullanımı yoktur.

            Santur'un "Cimbalom" denilen, piyano benzeri ayaklı türleri de vardır.’’



*1.30’ dan sonra solo dinleyebilirsiniz.



*SİTAR

            Sitar, Hindistan’ın geleneksel çalgısıdır.

            Ravi Shankar sayesinde dünyada tanınmaya başlanan sitar, Hindistan’ın geleneksel çalgısıdır. Sitar, üç telli demektir ve Amir Khusro tarafından icat edildiği söylenir. Tınlama, kurutulmuş su kabağından yapılan bölümde gerçekleşir ve çalgının diğer kısımları Hint meşesinden yapılır. Sesi belirsizlik içinde çarpışan metalik seslerin oluşturduğu bir tını içerir. Bu tını beş ana, iki pes tel ve bu seslerin etkisiyle titreşen dokuz ya da daha fazla yardımcı telden oluşur. Bu tellere sempatik teller denir ve şarkının makamını bu tellerin çıkardığı tını belirler. Genellikle solo çalınan enstrüman, perküsyonla uyumlu bir birliktelik gösterir.

            Bir Doğu çalgısı olan sitarın Batı’da tanınmasında George Harrison’un (The Beatles) da etkisi büyüktür. Harrison, Ravi Shankar’ın öğrencisi olmuş müzisyenlerden biridir. Sitar kullanarak yaptığı ilk şarkı “Revolver” albümünden "Love You To" olarak bilinir.

            Türkiye’de de sitar sesinden etkilenen ve şarkılarında sitarı kullanan müzisyenler bulunuyor. Bu sanatçılardan en iyi bilinenler; Orhan Gencebay, Erkin Koray ve Fikret Kızılok’tur. Fikret Kızılok’un Köroğlu Dağları, Tutamadım Ellerini 45’liğindeki Köroğlu Dağları, sitar ile açılmaktadır. Bir Moğollar çalışması olan “Hard Work”ün girişindeki sazın çalınış biçimi ise o dönemlerde sitarın, Türk Rock Müziği’ni ne denli etkilemiş olduğunun göstergesidir. Genç müzisyen Burak Demir ise “Dreamin’ İstanbul” adlı albümünde 2012 adlı parçasında sitar kullanmış ve bunun için Martin Bennett isimli Kanadalı bir müzisyenle çalışmış. Fazıl Say ise “İpek Yolu”adlı yapıtı çalmak için sitar tınısını çıkarabilecek özel geliştirilmiş bir piyano kullanmıştır.




*BALALAYKA

            Balalayka, Lavta ailesinden Rusya'ya özgü bir telli çalgı türüdür. Balalayka, aslında halk şarkılarıyla birlikte tek başına çalınır. Ama son yıllarda büyük balalayka orkestraları kurulmuştur.

            Balalaykanın kökeni tam olarak bilinmese de, önceki kullanımları Orta Asya’daki bazı 6 telli çalgıları andırmaktadır. Özellikle köylerde kullanılan balalayka, Çarı, Rus Ortodoks Kilisesini ve Rus halkını, nükteli besteleriyle eğlendiren soytarılar tarafından çalınırdı.
Balalayka hakkındaki ilk resmi kaynak 1688 yılında sarhoş olup, Kremlinin dışına çıkarak balalayka çalan iki toprak kölesinin tutuklanmalarına ilişkin kayıtlarda rastlanır. Balalayka hakkındaki başka bir görüş ise üç köşesinin ‘teslisi’ yani Hıristiyanlık inancındaki baba oğul kutsal ruh üçlemesini temsil ettiği yönündedir. Fakat bu eğilim desteklendiği kadar reddedilmektedir de, çünkü balalaykanın ‘skomoroki’ adı verilen 11 yüzyılda yaşamış ve Kilise başta olmak üzere Rus otoriteleri rahatsız eden paganlarca çalındığı tahmin edilmektedir. Rus Ortodoks Kilisesinde balalayka müzik aletlerinin çalınması yasaktır.

            Balalaykanın üçgen şekline dair bir yorum da ünlü Rus edebiyatçısı ve tarihçisi Nikolay Gogol tarafından ‘Ölü Canlar’ eserinde yapılmıştır. Gogol, balalaykanın ilk olarak çiftçiler tarafından bal kabağından yapıldığını söyler ve bir kabağını dörde böldüğümüzde balalayka şekli elde edildiğini söyler. Bir başka teori ise şöyle: Çar Büyük Petro’dan önce Rusya’da çalgı aletleri yasaktı. Petro çalgıları serbest bıraktığında, sadece gemi mühendisleri ağaçtan eşya yapmayı bildiği için, balalaykanın üçgen şeklinin bir geminin ön kısmına benzediği yorumu yapılır.

            19. yüzyıl sonunda, bir Rus asilzade, Vasiliy Vasilievich Andreyev, balalaykanın orkestral kullanımı için girişimlerde bulundu. Bir telli çalgı tamircisi olan Nalımov’un da yardımıyla, bugün kullanılan çoklu balalayka tarzını üretti. Geleneksel Rus halk türkülerini ve melodilerini aranje edip, balalayka için yeni besteler yazdı. Balalayka orkestrasının yükselişi Andreyev’in çabalarının sonuncunda, Çarlık Rusya’sında ve daha sonra Sovyet Rusya’sında güçlü bir Balalayka Orkestrası geleneği oturdu. Batıdaki tiplerini andırmayan farklı tınısıyla balalayka orkestrasında değişik enstrümanlar bulunmaktadır: Balalayka, domra, gusli (saz), akordeon, kugikle, Vladimir Şepherd klaksonu, garmon ve çeşitli perküsyon enstrümanları…

            Balalayka Orkestrası’nın gelişmesi ve ilerlemesi hiç şüphesiz Sovyetler zamanında olmuştur. Konservatuarlara gereken para ve zaman desteği Sovyet hükümeti tarafından eksiksiz sağlandı. Bu destek, Osipov Devlet Balalayka Orkestrası gibi başarılı bir grubun doğmasını sağladı.

            Bunun yanında Boris Feoktisov ve Pavel Neçeporenko gibi, hem Sovyetlerde hem de Sovyetler dışında meşhur olan balalayka virtüözleri bu vesileyle yetişti. Kızıl Ordu orkestrası da kemanların yerine çeşitli büyüklüklerdeki balalayka ve domraları kullanmıştı.




*LUT

            İpek Yolu ya da Arap yayılmacılığı ile Avrupa’ya giden ud, önce İber Yarımadası’na sonra bütün Avrupa’ya yayılarak LUT adını almıştır. Bu çalgı lavta ve gitar ortaya çıkıncaya kadar Avrupa’daki mızraplı çalgıların genel adı durumundadır. Bu nedenledir ki çalgı yapımcısı anlamına gelen LUTİER sözcüğü, bu çalgıdan türetilmiştir.

            İlk çağda Sümerler, Mısırlılar, Babilliler, Romalılar ve Yunanlılarda LAVTANIN ilkel şekline rastlandı. Daha sonraları Araplar tarafından geliştirildi ve Endülüs Emevileri Dönemi'nde İspanyollara, oradan da batıya yerleşti.

            Türk müziğine 18. yüzyılda girdi. Tamburi Cemil Bey lavtayı bağa mızrapla çalarak yeni bir özellik getirdi. Bu dönemde incesaz gruplarına alındı ancak, 19. yüzyılda popülerliğini yitirdi. Bugün nadiren de olsa Barok müzikte ve Klasik Türk Müziğinde kullanılmaktadır.

            Uda çok benzer. Farkları, gövdesinde uda göre daha az dilim bulunması ve perdeli olmasıdır. Ud üzerinde perde yokken lavtada yirmi altı tane perde aralığı bulunmaktadır. Akdeniz lavtasının çifterli takılan sekiz tane teli vardır. Bazı lavta yapımcıları en üstteki teli kaldırarak yedi telli ve yedi burgulu lavta üretirler. Barok lavtanınsa yine çifterli takılan on bir teli vardır. Ahenk tellerinin de eklenmesiyle tel sayısı arttırılabilir. Gitarın atası olarak nitelendirilmektedir. Akdeniz lavtası bağa mızrapla veya plastik mızrapla çalınır. Bağa mızrapla çalındığında tambura çok yakın bir ses elde edildiği için Türk müziğindeki gelişimi olumsuz etkilenmiştir. Barok lavta sağ elin baş ve işaret parmaklarıyla teller çekilerek çalınır.







*BUZUKİ


            Buzuki, çağdaş Yunan müziğinin belli başlı çalgılarındandır. Gitar ve bağlamanın karışımıdır. Bu yüzden çok dengeli bir enstrüman değildir. Gitar ve bağlama karışımı klavyeye, bağlamanın tellerine ve gitarın perde düzenine sahiptir. İsmini sazdan bozularak yeni bir çalgı oluşturulduğu için bozuk dendiği, bozuk kelimesinin yerini zamanla Yunanca telaffuzla birlikte bouziki adını aldığı söylenir. Diğer bir görüş de ismini Türkçe bozuk sazdan türemiş olduğu, bir saz çalma şekli olan bozuk düzenden geldiğidir.

            Buzuki, yumurta biçimli gövdesi ve uzun sapıyla bağlama, kopuz ve udla aynı aileden gelmektedir. Rebetika müzik kültürünün etkin müzik aletidir. Buzukiye İrlanda folklorunda da rastlanır. Gövdesinin ön kısmı genelde sedef kakmalar ile süslenmiş olan buzuki, mızrap veya pena ile çalınır.




*PAN FLÜT


            Frigler'in doğa tanrısı PAN, doğayı korumak için ülkesinde dolaşırken güzeller güzeli orman perisi Syrinks'le karşılaşır. Ona âşık olur, diler döker ama nafile, orman perisi kendini Tanrıça Artemis'e adamıştır. ( Artemis ve rahibeleri sonsuza kadar bakire kalmaya ant içmişlerdir.) Tanrı Pan'dan kurtuluş olmadığını anlayınca kaçar. Pan onu kovalar ve bir pınarın kenarında tam onu yakalayıp sarılmak isteyince, Syrinks, kardeşleri su perilerine yalvarıp yardım ister.

            Su perileri Syrinks'i saza çevirirler, Pan'ın kolları bir demet saza sarılır. Pan üzüntü içinde derin bir of çeker. Birden ortalığı hüzünlü ve tatlı bir melodi kaplar. Pan anlar ki bu ses sazlardan çıkmıştır. Bari bu şekilde benim ol der. Değişik boylarda yedi saz keser, bunları balmumuyla yan yana yapıştırarak Syrinks adını verdiği müzik aletini icat eder. Bu müzik aletine günümüzde pan flüt diyoruz.






*UKULELE

            Hawaii gitarı olarak da bilinir ama aslında Portekizli göçmenler tarafından Hawaii'ye getirilmiştir. Portekiz'de kullanılan adı cavaquinho'dur. Ukulelenin anlamı Hawaii dilinde "zıplayan pire"dir.

            4 tellidir ve telleri g,c,e,a (sol,do,mi,la) diye sıralanır. Sesi insana neşe verir, eğlendirir.

            6 telli olanına da Guilele denir.







*CABASA


            Marakas benzeri bir Latin Amerika vurmalı çalgısıdır. Üzerinde plastik ya da metal bilyeler dizilidir. Boncuklu olan kısmı avuç içinde tutulup, diğer elle sapının çevrilmesiyle çalınır.







*BOOMWHACKERS

            Boomwhackers, 5 kişiden 5000’lik dev gruplara kadar kullanılabilen, yeni nesil perküsyonlardır. Basitçe anlatmak gerekirse 30 cm’den 80 cm’e değişen boylarda, notalara göre akort edilmiş renkli plastik borulardır. Yüzlerce insan aynı anda çalabilir veya on kişilik bir takım, gizli müzikal yeteneklerini süratle ortaya çıkarabilir.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder